Hasta Rapor No.13

3 yıldır diploma projesini alıyorum. Bu dönem içerisinde psikolojim iyice bozuldu. Sanki hiç mezun olamayacakmışım, okul hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor bana. Diplomaya başladığım ilk yıl böyle bir düşünce yoktu kafamda. Fakat yıllar geçtikçe bu duygu büyüdükçe büyüdü. Hocalarımızın kaliteyi yükseltme isteği iyi ve doğru ama bu değişiklik temelden yani 1. sınıftan yapılmalı gibi geliyor bana. Tamam kabul ediyorum belki tembelim ve daha çok çalışmam lazım ama genele bakınca her sene 20 kişinin girdiği grafik bölümünden son 3 yılda 20 kişi mezun olabildi. Bunun tek sorumlusunun öğrenciler olmaması gerekir bana kalırsa.

Diyelim ki hocalar haklı kalite gerçekten yükseliyor ve öğrenciler her geçen sene diploma kurulda istenilen şeyleri anlıyor. O zaman şöyle bir sorun ortaya çıkıyor; diploma kurulunun 1. senesinde mezun olan kişi sayısının 3. senesinde mezun olan kişi sayısından daha az olması gerekirdi. Çünkü diploma kurulunun istediklerini öğrencilerin 2. ve 3. yılda 1. yıla göre daha iyi kavramış olmaları gerekirdi. Fakat bu sayı yani 1. sene mezun olanlarla 3. sene mezun olanlar hemen hemen aynı. Ben hocalar kaliteyi düşürsün demiyorum sadece bu yol ve yöntem bu eğitim sisteminde işe yaramıyor diyorum. Bence hocaların yeni bir yöntem geliştirmeleri gerekiyor.

Hasta Rapor No.12

Evvelden idealistçe “İyi bir projeyle mezun olma...” istegim gittikce “Vereyim de kurtulayım...” cinsinde bir projeyle sadece ve sadece “Şu okulu bir bitirme” istegine dönüşüyor. Çok üzücü değil mi? Okudugum bölümü, yaptığım şeyi seviyordum. Bu bıkkınlık da nereden çıktı?

Kendime güvenim sınıfa girdiğim an sıfıra iniyor. Halbuki yapabileceğimi biliyordum. Kendi bitirme konumda insiyatifsiz ve karar vermekten aciz bırakılıyorum. Ya Tanrılar beğenmezse... Ya Tanrılar ikinci kere ve üçüncü kere de beğenmezse... Motivasyon diye birşey vardı... Neydi? Ben unuttum...

Heyecanla giriştiğim bir şey Tanrılara aynı heyecanı vermiyor. Olabilir... Saçma ya da sadece olmaz kelimeleri beni heyecanımdan vaz geçirmek için yeterli 2 kelime mi? Aslında olmaması lazım. Ama Tanrılar en iyisini bilir... Ben de söz dinleyen, konuşmasını çok da beceremeyen uslu bir çocuğum.

Girilen ciddi depresyonları saymazsak en büyük problem bence ileriye dönük planlar yapamamak. Diploma gününü milat sayıp o güne kadar yaptigin seylerin değerini kendine kabul ettirememek, hayatta oyalanıyormuş gibi hissetmek.

Aynı dili konuşmuyor muyduk? Anlaşmaya insanın gönlü olsa dil de farketmez ya... Tanrılar, yöneten değil de yönlendiren olsa... Bütün dünya buna inansa bir inansa...

Hasta Rapor No.11

Okulunu, bölümünü, yaptığı işi seven bir insanın; yani benim, birden bire bunlardan soğumamın sebebi ne olabilir? Pekçok şey olabilir. Fakat aynı yolda yürüdüğüm insanlar da benim hissettiklerimi yaşıyorlarsa, orada ortak bir sorun var demektir.

Peki nedir bu ortak sorun? Grafik Tasarım Bölümünün koridorlarında başları önde volta atan mahkumların akıllarından geçen nedir? Kendi bakış açımdan kısaca özetlemeye çalışacağım. Kısa yazmak zordur, hele ki böyle bir konuda.

Başlangıçta her şey iyi gidiyordu. Uygulamalı derslerimin hiçbirinde takılmıyor, yeterli notlarla geçiyordum. Bu süreçte danışmanlarıyla bire bir diploma konularını konuşan, tashih alan, sunum yapan ve geçer not alan arkadaşlarımı seyrediyor, bir an önce ben de o atmosferi yaşamak için sabırsızlanıyordum. Diplomaya ulaşmam fazla uzun sürmedi.Fakat ben diploma kademesine geldiğimde eski çamlar bardak olmuş, sistem ansızın değiştirilmiş, ve bunun adına da “Çıta yükseltilmesi” denmişti.

Roma dönemi gladyatörleri gibi tek tek uğurluyorduk arkadaşlarımızı sunum arenasına. Birçoğu derin yaralarla dönerken, onları teskin etmek, moral verip tedavi etmek yine arkadaşlarına düşüyordu. Sırası yaklaşan öğrencinin gözünde bir korku beliriyordu, hele ki birkaç dakika önce parçalanmış arkadaşlarının moralsiz suratlarına bakarken bu korku daha da artıyordu.

Bu yaraların, bu korkunun tek nedeni reddedilen konular değil elbet. Bu korkunun asıl sebebi aşağılanma, küçük düşme korkusudur. Bir insan tek bir kavramı yanlış yerde kullandı diye yerden yere vurulursa korkar, bir insan sunum kağıdındaki hatalı imla-cümle kullanımı nedeniyle aşağılanırsa korkar, bir insanın açık ton saç rengiyle zeka düzeyi ilişkilendirilirse korkar...

En az 7-8 kuvvetli beyne karşı ortada tek bir ‘öğrenci’.. Jüri ona o kadar kızmış ki konuşamıyor, konuşturulmuyor, anlatmak istediğini anlatamıyor. Tam anlatacağı sırada tekrar kesiliyor sözü. Özgüveni yitiyor, siniyor, yoruluyor. “Artık sunum yapmayacağım” diyor. Bu defalarca tekrarlanıyor. Sonunda okulu bırakıyor, herhangi bir yerde çalışmaya başlıyor; öğrenci mi değil mi belli olmayan ne idiği belirsiz bir varlık olarak. Yani en azından kendini böyle hissederek.

Ve ertelediği hayat planları...

Yanlış anlamaya mahal vermemek adına açıklıyorum: Burada “Bizi geçirin” demiyorum. Ya da her şeyi bir anda kolaylaştıralım da demiyorum. Yalnızca diploma projesini nefret edilecek bir şey olmaktan çıkartıp sevilecek bir sürece çevirelim diyorum. Sizlerin de deyimiyle:

Diploma bu, bir daha bu kadar özgür olamayacağız.

Hasta Rapor No.10

Hastayım diploma projesinde dünyayı kurtarmaya,

okulumu yüceltmeye, zorluk kıdemini arttırmaya.



Sordular mı? Diyeceksin, 7 ya da 11 yılda bittirdim ben okulumu.

4 yıl ön eğitim 3 yıl diploma lisansı aldım diyeceksin.



Ama mezun olmadan önce çalışmak zorunda kalacaksın para kazanmak için.

Diploman yok diye fırsattan istifade edecekler patronlar.

Senin taze çıtır beynini kemirecekler 3 kuruş paraya.

Mümkünse askerlik vaktini de ertele,

eninde sonunda gideceksin ya, o da değerini düşürsün piyasada.



Eski AKADEMİ ya, öveceksin biraz.

Öyle ki Marmara Grafik Tasarım’dan bir farkımız olsun değil mi?!


Ömür boyu bizden istenmeyecek bir proje üreteceksin ki,

görenler laz bakkal gibi bakacak bön bön tasarımına.



Sen de gereceksin göğsünü “MSGSÜ’yü bitirdim behhh...” diyeceksin.

Böylece grafik tasarımcı olarak nirvanaya erişeceksin,

yakacaksın sonra da tek dal sigaranı kollarının arasında diploma projenle.

Hasta Rapor No.09

• Üniversite kantinindeki grafik tasarım öğrencileri bütün gün proje’den, mezun olamamaktan ve bunun yarattığı sıkıntılardan konuşuyorlar. Bu konuşmalar sanal ortamda da kesintisiz devam ediyor. Fakat bölümdeki hocaların bu konuşmalardan ve dolayısıyla yaşadığımız sıkıntılardan haberleri yok.

• Şu anda diploma projesi alan kişi sayısı 73. Senede 20 kişi alan bir bölüm için oldukça yüksek bir sayı.

• Okulu bırakan, atılan, ya da ara veren öğrencilerin sayısı mezun olanlardan çok fazla.

• Öğrenciler, diploma konusu bulmakta çok zorlanıyorlar, çünkü jürinin projeleri hangi kriterlere göre kabul veya reddettiğini bilmiyorlar. Hemen hemen herkes jüride grafik tasarımdan çok göstergebilim konuşulduğunu düşünüyor. Oysa ben eğitimimiz süresince yeterli göstergebilim eğitimini aldığımıza inanmıyorum. Bizim dönemimizde tasarım kuramı dersi vardı, fakat bu dersten öğrencilerin %70’i kaldığı için ders başarısız sayılmış, öğrenciler dersten geçirilmiş ve ders kaldırılmıştı. O zaman da öğrencilerin aklında “Acaba aldığımız eğitim yeterli olmadığı için mi bizler diplomada başarısız oluyoruz?” sorusu canlanıyor.

• Sunum yapan kişiler, zaman zaman jürinin alaycı tavrıyla arkadaşlarının içinde küçük düşüyor, eziliyor. “Yanlış birşey söylersem biterim.” kaygısıyla bazen konumuzu bile yeterince savunamıyoruz.

• Proje dersi yüzünden psikolojik destek ya da ilaç kullanan öğrencilerin sayısı azımsanmaycak düzeyde.

• Artık erişkin kişileriz, fakat hala ayaklarımızın üstünde duramıyoruz. Ailelerimizden destek istemeye yüzümüz kalmadı.

• Özgüvenimiz kalmadı. Çünkü senelerdir başarısızlığa uğruyoruz. Ailemiz ve çevremizdeki insanlar “Okul hala bitmedi mi? ” dediği zaman verecek cevap bulamıyoruz. Çünkü 4 senelik bir okulun 7 ila 11 sene arasında bitmesine mantıklı bir cevap bulmak çok zor.

• Herhangi bir üniversitenin grafik bölümü öğrencisi
“Yalnızca dört-beş dersim var. Seneye mezunum ya da bu sömestir mezun oluyorum.” diyebilirken, biz tek dersimiz olduğu halde nezaman mezun olacağımızı asla kestiremiyoruz. Çünkü onlar üzerine düşen görevi yaptıkları zaman mezun oluyorlar. Oysa biz onlardan çok çalışmamıza ve daha çok bilgi sahibi olamıza rağmen mezun olamıyoruz.

• Herhangi bir üniversiteden 4 senede mezun olan kişi bu eğitimin üzerine yüksek lisans yapabilirken biz fırsatı kaçıyoruz. ( Örnek vermek gerekirse, benimle aynı yıl sınava giren ve MSÜ’yü kazamayan, hatta zamanında bunun için çok üzülen bir arkadaşım, bugün bir önlisans, bir lisans, bir de yüksek lisans sahibi. Ben ise 8 senede bir lisans dahi alamıyorum.)

• Hepimiz binlerce kişi arasından seçilerek MSÜ’yü kazandığımızda, diğer üniversitelerden vazgeçip buraya gelmeyi tercih ettik. Fakat okul uzadıkça buna pişman olduk. Alttan hiçbir ders almadan yalnızca proje yapar olduk ve bu yüzden artık kendimizi öğrenci gibi de göremiyoruz. Çünkü öğrencilik yaşamımız boyunca asla tek bir şeyle uğraşmadık. Herzaman aldığımız bir dersi destekleyen başka derslerimiz olurdu. Bir derste öğrendiklerimizi bir diğerinde uygulayarak kendimizi geliştirirdik. Ama artık sadace proje yapıyoruz. Yeni bişeyler öğrenmeye bile vaktimiz kalmıyor.

• Son senemizde olduğumuz için başka bir üniversiteye yatay geçiş ya da bölüm değiştirme gibi bir şansımız yok. (Ben denedim) Bu açıdan burayı bitirmeye mecbur kalıyoruz. Ama bitiremiyoruz. Bu da öğrencileri çıkmaza ve bunalıma sürüklüyor.

• Bizim yaşadığımız sıkıntılar, ailelerimizi de en az bizim kadar etkiliyor. Çünkü hayatımız boyunca yaşamadığımız başarısızlıkları yaşıyor, gözlerinin önünde sinir krizleri geçiriyoruz ve onların elinden hiç birşey gelmiyor.

• Okulun uzaması öğrencileri maddi açıdan da çok zor durumlarda bırakıyor. Çok rahat iş bulup çalışma fırsatımız varken, okul yüzünden çalışamıyoruz. Çalıştığımız zaman okul daha fazla uzuyor. Çünkü işten geriye kalan vakitte çalışsak bile bir süre sonra aşırı tempo yüzünden hem iş yerinde hem okulda başarısız oluyoruz.

• Ailesi şehir dışında olan öğrenciler İstanbulda yüksek kiralar ödüyorlar.

• Bizim 20’li yaşlarda genç insanlar olarak, kendimize yeni bir hayat kurmak, para kazanmak, evlenmek, bir iş sahibi olmak ve bu işte ilerlemek isteyebileceğimiz, eğitimciler tarafından göz önüne alınmalıdır.

• Diploma jürisindeki hocalar, bir projeyle 1,2 sömestir olmadı 3 sömestir uğraşabilirler. Fakat proje süresi uzadıkça öğrencilerin mezun olacaklarına dair bütün inançları kayboluyor. Kendilerini başarısız ve ümitsiz hissediyorlar.

• Bölümümüzdeki öğrenciliği 7-8 seneyi aşmış erkek öğrencilerin, neredeyse tamamı, uzun dönem askerlik yapmamak için okula devam ediyor. Asker kaçağı gözüken ve bu yüzden yurt dışına, hatta çevirme olur diye şehir dışına bile çıkamayan arkadaşlarımız var.

Hasta Rapor No.08

Bazı şeyler vardır, başaramayıp erteledikçe büyür, büyür, daha da büyür... Ve çözülmesi çok zor bir sorun halini alır. Sanırım Mimar Sinan Üniversitesi Grafik Tasarım öğrencileri için mezuniyet öyle birşey.

Peki ne oluyor da bu bölüme girmek için on binlerce insanın arasından, büyük zorluklarla mücadele edip büyük çabalar harcayarak, hayallerindeki bölüme giren bu insanlar, eğitimin son senesindeki, belki de en zevkli ve en istedikleri gibi yapmaları gereken diploma projesini, kurtulmaları gereken bir sorun olarak görmeye başlıyorlar?

Belki de en zoru, insanların artık okuldan birşey beklemedikleri bir hale gelmesi. Birçoğu daha okurken reklam ajanslarında çalışmaya başlayan tasarım öğrencileri, çalışma hayatındaki gerçekler ve okulda kendinden beklenenler arasındaki çelişkiyi sorgulamaya başladıklarında, hiçbir şey eskisi gibi olmuyor.

Günde en az on saatlerini bilgisayar başında sevmedikleri insanların sevmedikleri işlerini yaparak geçirenler, otomatik olarak grafik tasarıma olan inançlarını da o ölçüde kaybediyor.

Bütün bunların üzerine bir de okuldaki durum eklenince diploma öğrenci sayısındaki anormallik kaçınılmaz oluyor. Başka hangi okulda vardır ki 50-60 kişi aynı anda mezun olmaya çalışsın.

Her iki tarafı da mutlu edebilecek bir çözüm var mı bilmiyorum ancak okul dışında bir ünümüz olduğu kesin. Dışarda konuştuğumuz insanlar bile, 7-8 senedir okulda olmamızı normal karşılayıp “Zaten sizin okula bir girmek zor, bir de çıkmak...” diyebiliyorlar.

Hasta Rapor No.07

Sene 2001...

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi yetenek sınavları yapılıyor ve en çok istediğim bölüme girme şansını yakalıyorum... İki bin küsur insan arasından...

İlk zamanlar bakıyorum ki hersey güzel gidiyor. Temel sanat, illüstrasyon,desen. Derken notlar da iyi... Okula gidip gelmek de ayrı bir zevk!.. Neyse bir seneyi böyle
kapatıyoruz (iyi notlarla). Sonraki sene gelip çatıyor proje isimli herkesin tırıs tırıs korktuğu bir dersle. “Allah Allah” diyorum, başlıyoruz. İlk projeyi deli gibi çalışarak geçiyorum, fena da olmayan bir notla. Sonraki proje geliyor. Bakıyorum ki not düşmeye başlıyor ve bir sonrakinde bir kere daha... Daha fazla çalışıyorum ama bir sorun var. Olmuyor!.. Olmuyor!..Bakıyorum ki git gide soğumaya başlıyorum. Aynı anda tamamen onaylanan ve son tashihlerimde iyi yorumlar alan projem HERKESLE birlikte kalıyor. Bu soğuk duşun ardından “Tamam” diyorum. Pes etmiyorum. Yeniden, yeniden devam ediyorum. Ama bıkmış ve soğumuş bir şekilde. Mecburum da... Sonra bir yandan ailem sorunlar yaşıyor ve ben çalışmak zorunda kalıyorum. Geceli gündüzlü çalısıyorum; eve geliyorum, bitmiyor proje yapıyorum. Bitmiyor, bitmiyor, bitmiyor!!! Neyse ki diploma projesine geliyorum ve asıl çıkmaza girmiş bulunuyorum. Jüride konu sunumu yapıyorum kabul görüyorum. Sonra “Hayır olmadı.” deniliyorum, yollanıyorum... Vize sunumuna çıkıyorum “Hayır devam etme.” deniliyor ve dönem ortasında yeni bir konuya başlıyorum... Böyle saçma sapan bir süreç içerisinde, hayatım ve yapmak istediklerim, 6 kişinin iki dudağının arasından çıkacak sözlere bağlanıyor birden! Tüm bunlarla birlikte sadece benim değil etrafımdakilerin de durumlarını izliyorum, üzülüyorum... Eleştirmeye ve düşündüklerimi söylemeye kalktığım zaman da alaya alınıyorum. Burası sanat eğitimi veren bir kurum, sanat eğitimi veren bir bölüm. Mühendislik fakültesi de değil, güzel sanatlar fakültesi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Grafik Tasarım Bölümü...

Hasta Rapor No.06

Aklıma gelenleri karışık olarak yazıyorum;

• Hayat çok hızlıyken, eğitim çok yavaş.

• Eğitim yeterince güncel değil.

• Hem ambalaj tasarımı dersinin olması hem de projesinin olması ama birbiriyle alakaları olmaması, birinin hocasının diğerinin jurisinde olamaması ve bu tür mantıksız durumlar...

• En geliştirici derslerin seçmeli olması veya ders saatlerinin az olması ya da önemsiz görülmeleri. Özgün baskı, animas-yon gibi...

• Grup çalışmasına yönlendirecek hiçbir ders olmaması, iki kişinin bir araya gelip bir fikri canlandıramaması.

• Bu bölümden mezun olduktan sonra olmamız gereken şeylerin, başkaları tarafından dayatılmaya çalışılması. İyi tasarımcı, olmamış tasarımcı, yüzeysel tasarımcı gibi ayrımlar olduğunun düşünülmesi ki bu ayrım özellikle diploma projesi konularında ortaya çıkartılıyor.

• Yapılan onca projenin sonunda, “Eğer insanlar bir şeyler öğreniyor olsaydı, diploma projelerinde bu kadar zorlanılmazdı.” diye kimse düşünüyor mu acaba!

• Proje mantığının, her dönem bir proje uygulamasının tamamen sınıf geçme mantığına dönüşmüş olması ve zaman kaybı olması. Diplomadan önceki 5 projede öğrenilen ve uygulanan herşeyin, sadece 1 dönemde öğretilebileceğini ve uygulanabileceğini düşünüyorum.

• Bizi besleyecek bir kütüphanenin ve stock, font vs. arşivinin bulunmaması.

• İllüstrasyon gibi, dünyada vazgeçilemez ve çığır atlamış bir mecranın gözden kaçırılması, değersiz görülmesi.

• 3. ve 4. sınıflarda alınması gereken derslerle, 1. ve 2. sınıflarda alınması gereken derslerin yerlerinin değişmesi gerekiyor.

• Mezun olamamak değil mezun edilmemek. Herkes kabul edilmeyen her projesini yapsa, kendini şu andakinden çok daha iyi geliştirmiş olurdu. Oysa kendimizi geliştirmek yerine, sınırlamayı öğreniyoruz bu sayede. Bıkıyoruz!

• Dünyada hiçbir tasarım eğitimi bu şekilde olmuyor. 22 yaşında mezun olabilecek ve kendimizi çalışarak da geliştirebilecekken, askerlik vs. korkularıyla 27- 28 yaşına kadar üniversitede olmamız bu sistemin suçudur. 1-2 kişi değil çünkü, 90 kişi diploma projesi alıyorsa ve çoğu senelerdir alıyorsa bu kişisel hatalar yüzünden olamaz.

• Üniversitenin kendi kendini geliştirme yeri olmasının biraz abartıldığını düşünüyorum. Eğer öyleyse üniversiteye gitmeden de tasarımcı olabiliriz.

• Usta-çırak ilişkisinin yabana atılmış olması. Dünya üniversitelerinde eğitim almış, grafiste gelen tasarımcılardan da gördüğümüz gibi “Ben şu tasarımcının öğrencisi olduğum için mutluyum.” denilebilir. 7 senelik eğitim sonucunda bunu diyebilecek kaç kişi vardır acaba? İlk 5 projeyi asistanlar tahsih verebilir ve asıl öğrenim, proje hocalarının tasarım alanlarına gidilerek, workshoplar düzenlenerek yapılabilir.

• Türkiye’de yaşadığımız gerçeği unutulmamalıdır. Türkiye’ nin hala gerçek tasarımcıya ihtiyacı yoktur. Sadece piyasanın para kazanması ve ekonominin gelişmesi için reklamcıya ihtiyacı vardır. Tasarımı onaylamayan bir topluma tasarım yapmak saçmalıktır. Örneğin bir oyun tasarlarsınız ve bu oyunu satın alacak 13 yaşındaki çocuk bile oyunun tasarımından anlar. Hatta o, bu tasarımın müşterisidir. Türkiye’de daha bu bilinçli tüketici bulunmamaktadır. Demek istediğim, sosyal kampanya tasarlamak yerine, sosyal bilinci geliştirici dernekler kurmak ya da bir derneğe üye olmak gerekir. Sanat yapmak ve tepki almak gerekir. Oysa benim tüm projeerde gördüklerim tepkisiz tasarımlardan öte gitmiyor. Bir öğrenci et yemeye tepkili olduğu halde, tavuk ve et ambalajı tasarlamak zorunda bırakılıyor örneğin. İnanmadığı bir ürünün logosunu yapmak için zorlanıyor. “Tasarımcı öznesini ortaya koymamalı.” diyen bir eğitimden hiçbir şey beklenemez. Mezun olduktan sonra ailesini ve kendini geçindirmek için uğraşmak zorunda olan bir tasarımcı da tepkili olamaz. Bu kısır döngü Türkiye’dir ve bu döngüyü nasıl kırmamız gerektiğini hocalarımız dahil kimse daha bilmiyor.

• Tasarım eğitimi ekran başında geçmemelidir. Sokağa çıkılmalıdır.

• Bölüme girerken, serbest ve reklam grafiği diye ayrılacağımızı sanıyorduk; ama baktık ki beklenenler ikisinden de uzak...

• Eğitimci sayısı az. Var olan eğitimcilerin verdiği dersler de hakim oldukları alanlardan uzak olabiliyor.

• Öğrenci komitesi oluşturulmalıdır. Komite üyelerinin bölüm içinde oylamaya sunulan çeşitli konularda oy ve söz hakkı bulunmalıdır.

• Grafik tasarımı hayati bir meslek değildir. Eğer dünyaya bir göktaşı düşecek olsaydı ve önemli insanlar yer altındaki sığınaklara davet edilseydi, bir grafik tasarımcı en son davet edilecek insanlar arasına bile zor girerdi.

• Bir de insanlara “Hala mezun olamadın mı ya?” sorusunun cevabını ben vermek istemiyorum artık. Ya da bir t-shirt tasarlamayı ve üzerine “Çünkü MSGSÜ Grafik” yazmak istiyorum, evet.

• Eğitim süreci boyunca yaptığım çoğu projeyi portfolyoma koymaya layık görmüyorum. Bence diploma projesi işte tam bu noktada önemli oluyor. Proje konusu vs. hepsi boş. Bence önemli olan, portfolyona koymaktan gurur duyacağın ve “İşte bu benim!” diyebileceğin bir proje çıkarmaktır. Bunu kimse sana ne dayatabilir, ne de seni engelleyebilir.

Hasta Rapor No.05


Bölümün kendi içinde uyguladığı 3,5 senelik eğitim programından sonra bizden istenilen farklı talepler beni çok zorlamıştı.


Diploma için konu bulma süreci başladığında, bizden konuyla ilgili ne istendiği, ne tür beklentilerin olduğu konusunda herhangi bir brief ile karşılaşmadık. Sadece ilk dönem bunun hakkında bir A4 kağıdı dağıtılmıştı. Kişisel olarak bu briefin birkaç saatten oluşmasının dahi yeterli olacağına inanmıyorum. Benim tabi tutulduğum eğitim programından hemen sonra bu değişiklik, durumu kavramamı fazlasıyla zorlamıştı. Bu nedenle öğrencinin bu duruma ayak uydurabilmesi için daha sabırlı davranılması gerekir diye düşünüyorum.


Ayrıca jüride ilk dönem gösterilen tavizin, her geçen zaman hızla azaldığını, öğrenci ile danışman hoca arasındaki ilişkinin iyice koptuğunu söyleyebilirim. Ben öğrenci olarak kendimi tamamen yalnız hissediyordum. Artık ne yapmak istediğimi ya da kendi kişisel tasarımsal sorunumu düşünmekten öte, konu kabul etme sürecindeki beklentilere odaklanmaya çalışıyordum. Sanırım bunu “Bir başkası olmaya çalışma.” olarak tanımlayabilirim.


Benden istenen ve benim hem tasarımsal hem kişisel bir sorun olarak gördüğüm ve ilk olarak sunduğum “İşaret dili” proje konumun, tüm beklentilere uyarak sergilediğim tavırdan sonra, karşılığının yine olumsuz olması beni hüsrana uğratmıştı. Ben tüm kurallara uyarak ilk konu sunumuna geldim. İstenileni yerine getirdim. Ara sunuma çıkma amacım ise, ilk sunumda bulunma fırsatı olmayan bir hocamıza tekrar konu sunmaktı ve elimde konu sunmak için yeterli malzeme yoktu. İnsanlık hali herşey olur derken konumun ara sunumda reddedilmesi ise tam bir hayal kırıklığı olmuştu. Hangi danışman hocanın kabul ettiklerine güvenebiliriz, bilmiyorum. Evet, sadece öğrenciler değil, hocalar da hata yapabilir diye düşündüm sonra. Fakat benim mezuniyetim sırasında, artık iletişim kuramadığım bir güç ile karşılaşmam herşeyi iyice zorlaştırmıştı. Artık sorun tasarımsal bir sorun değil, iletişim sorunu olmuştu.


Eski uygulamaya göre süreci danışman hocayla karşılıklı olarak geçirmek öğrencinin vaktini daha verimli geçirmesini sağlıyordu. Bir eğitim kurumunun öğrenciye daha dönemin başında o dersi veremeyeceğini söylemesi, öğrencinin ise konusun kabul olmasının, tamamen şans olduğuna inanması onu aldığı eğitimden ve muhatap olduğu herşeyden uzaklaştırıyor, soğutuyor, inancını zorluyor.


Açıkçası bilmek istediğim bu konu kabul etme sürecinin başlamasından sonra kaç öğreci döneme devam edebiliyor ve en önemlisi bir danışman, bir dönemde kaç öğrenciyi eğitme fırsatı bulabiliyor. Bence mesele tamamen amacından uzaklaşmış bulunuyor.

Öğrenci sanki bir tur sınava tabi tutulduktan o derse devam edebilme şansını kazanıyor. Oysa ki, ben bu şansı bu bölümü kazanıp, ilk 20 içine girerek ve gerekli bütün dersleri tamamlayarak, diploma projesi dersini de almayı hak ettim.


Ailemin ne hissetiğini de biraz anlatayım. Birincisi maddi sıkıntılar oldu. Beni bu yaşa gelmeme rağmen finanse etmeleri gerekti. (Tabiki bir yandan iş edinip, derse devam edebilirdim. Fakat projeye yeterli vakti ayıramayınca yine temel bir sorun ortaya çıkıyordu. )


İkincisi ise bu dengesiz ortamın bende yarattığı sıkıntı ve asabiyetten dolayı onların huzurlarını da yeterince kaçırmamdı. Ama biliyorum ki bu ikinci dile getirdiğim şey yeterli ciddiyeti taşımıyordur gözünüzde.


Sonuçta şunu söyleyebilirim, Mimar Sinan G.S.Ü.’nde grafik eğitimi aldığım süre boyunca yaptığım en kötü proje, diploma projem olmuştur.

Hasta Rapor No.04

Boyun Tutulması ve Bel Ağrısı:

Saatlerce monitöre boş boş ve biraz da suçluluk duygusuyla bakarken oluşur.

Aşağılık Kompleksi :

Mesela Taksim’de bir lise arkadaşınla karşılaşma durumunda gözlemlenir. Yok işte Amerika’da master yapmıştır,
yok bir şirkete girip çalışıyodur iki senedir.Sana da“ Sen napıyosun peki?” diye sorduğu an, kaşların küçük emrah gibi çatılması şeklinde bir semptom baş gösterir...

Fakirlik:

Eşek yaşına gelmiş, ama diploma projesi yüzünden başka bir işte çalışamayan oğluna ya da kızına, artık para vermek istemeyen ya da az harçlık veren ebeveynler müsebiyle oluşur. Kantinde çay ve poğaça hayati besinlere dönüşür.

Yaratıcılıkta Kabızlık:

Hastalıklı şahıs, o güne dek okula sadece 5 adet proje teslim etmiştir. Bu beş projeden ilki zaten total bir şuursuzluk içinde gerçekleşmiştir ve kalan dördünde de grafik tasarımın engin sularını pek keşfedememiştir.
Bir dönem gibi üç aylık zaman zarfına yayılan bu projeler genellikle tasarıma dair çok derin kavramsal açmazları tartışmakla geçip gittiği için ve eğitim aldığı ortamda tasarımda süsleme adledilen herşeyden ölümüne korkutulduğu için, hastalıklı şahıs düz çizgi çekmeyi bile unutmuş, iki boyutlu form nosyonunu tamamen kaybetmiş, görsel estetik duyargaları bir minibüs şöförününkilerle eş değer hale gelmiştir. Yaratıcılık
kabızlığı çekenler bir problematiği zar zor bulurlar. Bulduklarında da genelde bir operatöre beş kelime kullanılarak tarif edildiğinde kolaylıkla yapılabilecek yalınlıkta işler ortaya çıkarırlar. Bu mükemmel yalın işler asla kişiliklerinden bir parçayı taşımaz.

Geç Boşalma ve Boşalamama:

Seks esnasında, kafada grafikle ilgili problematikler döndürmekle alakalı, konsantrasyon bozukluklarıyla ortaya çıkan semptomlar. Seks genellikle sevdicekle yatakta karşı karşıya bağdaş kurup diploma konusu, problematik tartışmakla son bulur.
Büyüklük Paranoyası:
Hastada mezun olma sürecinin aşırı uzamasıyla birlikte oluşan depresyonun belli bir eşiği geçince maniye dönüşmesi ve aşırı megalomanca düşüncelere kapılmak şeklinde belirtileri vardır. Hasta grafik tasarımla dünyayı kurtarabileceği, günümüz dünyasında reklam kampanyasıyla köle pazarlayabileceği, uzaylı istilalarına
karşı önlem amaçlı şifreli bir ikon dili tasarlamanın ne kadar önemli olduğu gibi düşüncelere kapılmaya
başlar. Büyüklük paranoyaları, hastanın kendini tasarım dünyasının dalaylaması olduğunu iddia ettiği raddeye kadar ilerleyebilir.

Kantin Müptelalığı:

Mezun olamayan hasta, kantinde bir sandalyeye köy ağası gibi kurularak vakit geçirmeye başlar. İrrasyonel geyikler çeviren hasta, sık sık karı, kız, herif keser ve sağa sola yavşakça laf atar, merdivenden kayar.

Yükseklik Korkusu:

Diploma jürisi sırasında asma kattan sunumları dinlerken gözlerin kararması, baş dönmesi gibi belirtileri vardır. Hasta dengesini kaybederek, aşağı kattadaki hocaların üzerine düşme korkusuna kapılır.

Hasta Rapor No.03

Revenge of the Sith!

Bir diploma sunumu esnasında öğrenci neler hisseder?

Tıpkı Jedi akademisi ön eleme sınavı gibi stres katsayısı yüksek bir sınavdır bu. Önce, mezuniyete aday olma ve profesyonel tasarımcı tescilini almaya aday olma durumu, biraz gurur, sevinç ve heyecan karışımı bir duygunun hissedilmesine yol açar. Fakat sunum vakti yaklaşırken bu hissiyat değişir....

...Hissiyatı bir kenara bırakalım ve gerçeklere bakalım.

Hocalar merdivenin başında göründüklerinde tüm o heyecan ense kökünden kuyruk sokumuna doğru yavaş yavaş süzülen bir ter damlasına dönüşür. Artık heyecan kalmamıştır ve öğrenci, denize düştükten sonra “Allahım kurtulursam Müslüman olacağım.” diye çırpınan Yusuf İslam kimliğine bürünmüştür.

Peki bu sınavda kaybetmek nelere sebep olur?

Öncelikle “Benim beynim yok sadece omurilik soğanım var. Onunla yaşıyorum ben.” diye düşünen öğrenci bir süre sonra “Dışarda yakalarsam var ya... Sen bizim mahalleden geçersin oğlum!” isimli serzenişler yumağına gömülür. Tabi üzerinden bir süre daha geçtikten sonra “Eh askere gitmiyoruz en azından” diye kendinizi avutursunuz. Yaz döneminden önce bu yenilgiyi yaşamak çok vahim değildir, güzel bir tatil yaparak kendinizi kolayca toparlayabilirsiniz. Fakat çalışıyorsanız ve aileyle ekonomik bağlarını koparmış, kendi yağında kavrulan bir kabak çekirdeğiyseniz yeni dönemin başlangıcında sıkıntıdan çat diye ortadan çatlamamanız içten değil. Patrona yeniden “Abi biliyorsun benim pazartesi, perşembe... Ehe...” adlı yeni bestenizle serenat yapmanız gerekecektir.

Ve dönem başlar...

Proje konusu seçilecektir ve diploma sunumdan beter bir “Diploma projesi konu sunumu” yaşanacaktır. Üstelik bu sefer genişçe bir salonda, hocalardan en az 2 metre uzakta durarak değil, masanın tam karşı tarafında “Ne biçim proje, ne biçim sunum, bu ne bu?” yağmurundan sırıl sıklam ıslanacak mesafede oturmanız gerekecektir. Önce sunum anı utancı, yanakların domates rengi (bunun cmyk ya da pantone değerini bilmeniz gerekebilir) olması, sonra “Dışarda görüşürüz...” ler ardarda sıralanır. Bu köprüden geçebildiyseniz mehteran edasıyla iki ileri bir geri temposunda, haftada iki gün (sabahları aç karnına) gidip gelmeye, haftalık eleştiri seanslarında iki ters bir düz iş çıkarmaya devam edersiniz.

Peki ya en tehlikelisi?

Bu durumun döngüye oturması... Benim saçları beyazlayan, çok uzayan ya da dökülen arkadaşlarım oldu...

Hasta Rapor No.02


Diploma Jürisi


Kuşkusuz, diploma sürecinde yaşanan sıkıntıların en başında diploma jürisinin karşısına çıkma stresi geliyor. Diploma jürisinin öğrencilere karşı tutum ve tavrı, öğrencileri anlamamaları ve öğrencilerin de onları anlamamaları büyük sıkıntı yaratıyor. Öğrencinin jüride kendini savunmasına izin verilmemesi, zaman zaman hakarete varan kelimelerin kullanılması, zaman zaman da yanlı tavırlar, öğrencilerin moralinin bozulmasına, umudunun kırılmasına neden oluyor. Daha önce onay görmüş ve geçmiş projelerle kıyaslama yapıldığında öğrencilerin haksızlığa uğradığı görülüyor. Jüri karşısındakinin bir öğrenci olduğunu ve yapılacak projenin de, bir öğrenci projesi olduğunu unutuyor.


Çevre ve Aile Baskısı


Ailemizin, arkadaşlarımızın ve akrabalarımızın beklentileri ve soruları karşısında strese giriyoruz. “Okul ne zaman bitiyor? Okul daha bitmedi mi?” gibi sorular varolan stresi iki katına çıkartıyor. Bu durum karşısında en sakin insan bile asabi hale gelerek yakınlarını kırabiliyor. Sırf bu sorulara muhattap olmamak için aile, akraba ve arkadaş ortamlarından uzaklaşıyoruz. Bu da zaten projeden başka bir şeye fazla zaman ayıramadığımız yaşamımızı iyice asosyal bir hale getiriyor.


Askerlik Kaygısı


Yaşımızın geçmesi ve mezun olmak için umudumuzun günden güne azalması, askerlik stresini de beraberinde getiriyor. Her an kapıya polis gelir mi, aman gece dışarı çıkmayalım, tatile gitmeyelim gibi düşünceler doğmasına neden oluyor.


Maddi Sıkıntılar


Proje sürecinde öğrenci her zaman olmasa da genelde haftanın iki günü iş gösteriyor. Yaptığı çalışmanın güzel şekilde gözükmesi için en iyi şekilde sunum yapmak gerekiyor. Bu da yüksek kaliteli çıkışlar veya bir laptop gereksinimini beraberinde getiriyor. Fakat bunun bir de maddi tarafı var. Bu çıkışlar ve bilgisayarlar bedava değil tabi. Öğrencilere yüksek maliyet getiriyor. Sadece son proje sunumunda harcanan parayla bir ayını geçiren memur aileleri bulunuyor. Fakat öğrenci yaptığı emeğin boşa gitmemesi için bu paraları ödemek zorunda. Sırf bu paraları ödeyebilmek için bir dönem veya bir sene okulunu dondurup para biriktiren insanlar var. Yani parası olmayana diploma da yok.


Teslim Sıkıntısı


Yukarıdaki sıkıntıları atlatabilirsek sıkıntı teslim sıkıntısı. Burada jüri yine başrollerde... Bakalım bu kadar sıkıntıyı yaşayıp o kadar emek döktükten sonra hakkımız olan diplomayı alabilecek miyiz?

Projesi en iyi geçmiş öğrenci bile “Mezun olurum.” diyemedikten sonra bu varolan sıkıntılar doruğa ulaşıyor. Sonunda bir dönem veya daha uzun süredir üzerinde çalıştığın projeye, seninle çalışmayan insanlar geliyor, yorumunu yapıyor, sen de ya geçiyorsun bu sıkıntıların bitiyor, ya da kalırsan artık bundan sonraki sıkıntılar düşünülmez bile...

Hasta Rapor No.01

Okula girmeyi istemiş, seçilmiş ve diploma projesi almaya hak kazanmış 70 civarı öğrenci arasından, geçtiğimiz dönem sadece 2 tanesinin çıtayı atlamış olması, bunlardan birinin 12. birinin 9. senesi olması bana, “Çıtamızı gururla yükseltiyoruz.” dan çok “Hemen yolu kazıp çıtanın altına çukur açtık, böylece çıta yükseldi.” hissini veriyor. Evet mesnetleri zaman içinde yükseltmek yerine finalde zemine ani bir çukur kazarak da çıta yükselir ve biz çukurda birikmeye devam ederiz.

Çıta yükseltmek, sürekliliği olan bir çalışmayı gerektirir; fakat bu süreklilik 4 yıllık eğitim süresini hedef alan öğrenci için değil, yönetim ve eğitim kadrosu için ve onlara 4 yıllık farklı dönemlerde eşlik eden öğrenciler için geçerlidir.

Bir öğrencinin, danışmanının onayı ve beğenisi doğrultusunda hazırlayıp sunduğu proje yetersiz bulunamaz mı? Elbette bulunabilir ama bu durumun sayısal olarak fazlalığı insanı hayrete düşürüyor.

Diploma notu 80’lerden başlamaz. Yetersiz bulsanız bile çalışıp üreten, danışmanının onayı ile sunuma çıkan bir öğrenci belki de en azından 50’yi hak etmiştir. Tekrarlayıp 100 alma lüksü olup olmadığına, öğrenci ile beraber danışmanı karar vermeli.

Eğitimcilerimizin hepsinden ayrı ayrı alınacak daha çok bilgi var. Bu birikimin bizlere aktarımı 4 seneye sığmaz, isteriz ki bir 10 sene daha hocalarımızla kalıp öğrenciliğin zevkine varalım. Ama ne şartlar altında 10 senemizi burada 50 geçer not almak için verdiğimiz göz önünde bulundurulmalı.

Mükemmeli yakalamak kim istemez; ama ne yazık ki dünya Mimar Sinan Ruhu etrafında dönmüyor. Parası biten, hastası olan, kendisi hasta olan, gururu kırılan, psikolojisi bozulan, çalışıp yakınına bakmak zorunda olan... İçlerinden hangisinden, hangi şartlarda 50’den fazlasını beklediğinizi ve o kişinin bunu yapma lüksü olup olmadığını bilebilir misiniz?

Okuldaki ilk senemde temel sanat eğitimi dersi için ödevlerimi tamamladım ve teslim ettim. Asistanlar teslim ettiğim işlerden bazılarını kaybettiler ve yerine sıfır geldi ve geçersiz not aldım. Bölüm başkanına danıştım. Aldığım cevap, “Önemli değil .Bu daha ilk sene kaybın.” oldu.

Seneyi tekrar ettim. Sınıf arkadaşlarımdan ayrı ve geri kaldım. İlk projemi aldığımda, temel sanat eğitimi tekrarı nedeni ile temel bölüm derslerinden bazılarını alamamıştım. İlk projemde oldukça zorlandım, durumu danışmanıma açıp destek istediğimde bana “Duymamış olayım. Madem geri kaldın, bir sene daha bekle; öyle al proje.” dedi. Biraz daha senemi kurtarmaya çalıştım ama olmadı. Bu arada maddi durumumun elverişsizliği nedeni ile de sene kaybı lüksüm yoktu. Okula ara verdim ve para biriktirmek üzere bir işe girdim. Daha sonra geri döndüm, bir yandan çalışmak şartı ile kısa sürede tüm ders ve projelerimi verdim. “Su ve Asfalt” temalı, İstanbul Mimarlık Bienali projesi hariç. Hepsi bittikten sonra diploma projesi aşamasına geldim, hikayenin gerisini anlatmıyorum. Çünkü aslında özetini yukarıda anlattım.


Bu sene 9. öğrencilik senem. Maddi durumum çalışmazsam yetersiz, ayrıca sağlık nedenleri ile aileme destek olmak zorundayım. 8 yıldır hem okuyup hem çalışıyorum. Bu hem işime,hem okuluma, hem sağlığıma, hem olmayan özel hayatıma kötü etki ediyor. Özel sebepler ile işten çıkmak zorunda kaldım. Yeni iş görüşmelerine gittiğimde işlerim ve tutumum beğeni görüyor olsa da, haftada 2 gün izin istediğimde sorun çıkıyor, iş bulamıyorum. Şahsi ve ailevi ödemeler yüzünden borç içindeyim.

Soruyorum:

Herşeyi bir yana bırakalım. İleride meslektaş olacağım arkadaşlarımın, benim onayımı ve danışmanımın yönlendirmesi, beğenisi ve onayı ile oluşmuş bir sunum hakkında verdikleri, “Geçemez! Yetersiz !” kararı ile karşılaşıyorum. Bu gerçek bir hayal kırıklığı. Elbette kusurları vardı ki projenin, böyle bir karar alındı. Ama 100 alamazsa, 50’de mi alamazdı? Bu konuda söz hakkına ben ve danışmanım sahip olmalıydık.

Benim şartlarım iyileşmiyor kötüye gidiyor, neye dayanarak benden daha iyisi bekleniyor?

Injury Nedir Nasıl Gelişir?


İnjury hastalığı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Grafik Tasarım Bölümü’nde son yıllarda ortaya çıkan bir hastalık olup, 20 yaşın üzerindeki grafik tasarım öğrencilerinde yoğun biçimde görülür. Yaşın ilerlemesiyle birlikte hastalığın şiddeti de artış gösterir. Hastalık vücuda girdikten sonra, kuluçka süreci 1 ila 3 yıl arasında değişmektedir. Bu süreçte hasta kişi, herhangi bir olumsuz belirtiyle karşılaşmaz. Hasta 6 farklı süreçten (erteleme, farkındalık, görmezden gelme, isyan ve depresyon, teslimiyet, mücadele) geçer.

İnjury hastalarında ileri derecede özgüven kaybı ile birlikte, depresyon, asabiyet ve saldırganlık durumuna sıkça rastlanır. Sosyal anksiyete, davranış, konuşma ve uyku bozuklukları gelişir. Hastalardaki yüksek stres düzeyi zaman zaman mide yanmaları ve kas spazmlarına yol açar. İnjury hastaları toplum baskısı karşısında saldırganlaşabilir. Dikkatleri oldukça dağınıktır. Kolay motive olamazlar. Özgüven eksikliğinin de etkisiyle, bu kişiler sürekli kararsızlık içindedirler. Dikkat edilmezse bu hastalar her an yurt dışına kaçabilirler.
Hastalık ilerledikten sonra tedavisi oldukça güçtür ve askerliğe bağlı nedenlerle erkeklerde zaman zaman daha da şiddetli gözlemlenebilir. Erkeklerde, hastalığın ilerleyen safhalarında asker ve inzibat korkusuna (askerofobi) yol açar. Hasta kişi askerofobi nedeniyle yurt dışı ve şehir dışı geziler yapamaz. Geceleri dışarı çıkmaya korkar ve eve kapanarak asosyalleşir.
İnjury hastalığında erken teşhis çok önemlidir. Teşhis ve tedavinin gecikmesi, hastalığın ilerlemesine, tedavinin güçleşmesine, dolayısıyla hasta ve hasta yakınları için de maddi-manevi birçok sıkıntıya yol açacaktır.