Hasta Rapor No.06

Aklıma gelenleri karışık olarak yazıyorum;

• Hayat çok hızlıyken, eğitim çok yavaş.

• Eğitim yeterince güncel değil.

• Hem ambalaj tasarımı dersinin olması hem de projesinin olması ama birbiriyle alakaları olmaması, birinin hocasının diğerinin jurisinde olamaması ve bu tür mantıksız durumlar...

• En geliştirici derslerin seçmeli olması veya ders saatlerinin az olması ya da önemsiz görülmeleri. Özgün baskı, animas-yon gibi...

• Grup çalışmasına yönlendirecek hiçbir ders olmaması, iki kişinin bir araya gelip bir fikri canlandıramaması.

• Bu bölümden mezun olduktan sonra olmamız gereken şeylerin, başkaları tarafından dayatılmaya çalışılması. İyi tasarımcı, olmamış tasarımcı, yüzeysel tasarımcı gibi ayrımlar olduğunun düşünülmesi ki bu ayrım özellikle diploma projesi konularında ortaya çıkartılıyor.

• Yapılan onca projenin sonunda, “Eğer insanlar bir şeyler öğreniyor olsaydı, diploma projelerinde bu kadar zorlanılmazdı.” diye kimse düşünüyor mu acaba!

• Proje mantığının, her dönem bir proje uygulamasının tamamen sınıf geçme mantığına dönüşmüş olması ve zaman kaybı olması. Diplomadan önceki 5 projede öğrenilen ve uygulanan herşeyin, sadece 1 dönemde öğretilebileceğini ve uygulanabileceğini düşünüyorum.

• Bizi besleyecek bir kütüphanenin ve stock, font vs. arşivinin bulunmaması.

• İllüstrasyon gibi, dünyada vazgeçilemez ve çığır atlamış bir mecranın gözden kaçırılması, değersiz görülmesi.

• 3. ve 4. sınıflarda alınması gereken derslerle, 1. ve 2. sınıflarda alınması gereken derslerin yerlerinin değişmesi gerekiyor.

• Mezun olamamak değil mezun edilmemek. Herkes kabul edilmeyen her projesini yapsa, kendini şu andakinden çok daha iyi geliştirmiş olurdu. Oysa kendimizi geliştirmek yerine, sınırlamayı öğreniyoruz bu sayede. Bıkıyoruz!

• Dünyada hiçbir tasarım eğitimi bu şekilde olmuyor. 22 yaşında mezun olabilecek ve kendimizi çalışarak da geliştirebilecekken, askerlik vs. korkularıyla 27- 28 yaşına kadar üniversitede olmamız bu sistemin suçudur. 1-2 kişi değil çünkü, 90 kişi diploma projesi alıyorsa ve çoğu senelerdir alıyorsa bu kişisel hatalar yüzünden olamaz.

• Üniversitenin kendi kendini geliştirme yeri olmasının biraz abartıldığını düşünüyorum. Eğer öyleyse üniversiteye gitmeden de tasarımcı olabiliriz.

• Usta-çırak ilişkisinin yabana atılmış olması. Dünya üniversitelerinde eğitim almış, grafiste gelen tasarımcılardan da gördüğümüz gibi “Ben şu tasarımcının öğrencisi olduğum için mutluyum.” denilebilir. 7 senelik eğitim sonucunda bunu diyebilecek kaç kişi vardır acaba? İlk 5 projeyi asistanlar tahsih verebilir ve asıl öğrenim, proje hocalarının tasarım alanlarına gidilerek, workshoplar düzenlenerek yapılabilir.

• Türkiye’de yaşadığımız gerçeği unutulmamalıdır. Türkiye’ nin hala gerçek tasarımcıya ihtiyacı yoktur. Sadece piyasanın para kazanması ve ekonominin gelişmesi için reklamcıya ihtiyacı vardır. Tasarımı onaylamayan bir topluma tasarım yapmak saçmalıktır. Örneğin bir oyun tasarlarsınız ve bu oyunu satın alacak 13 yaşındaki çocuk bile oyunun tasarımından anlar. Hatta o, bu tasarımın müşterisidir. Türkiye’de daha bu bilinçli tüketici bulunmamaktadır. Demek istediğim, sosyal kampanya tasarlamak yerine, sosyal bilinci geliştirici dernekler kurmak ya da bir derneğe üye olmak gerekir. Sanat yapmak ve tepki almak gerekir. Oysa benim tüm projeerde gördüklerim tepkisiz tasarımlardan öte gitmiyor. Bir öğrenci et yemeye tepkili olduğu halde, tavuk ve et ambalajı tasarlamak zorunda bırakılıyor örneğin. İnanmadığı bir ürünün logosunu yapmak için zorlanıyor. “Tasarımcı öznesini ortaya koymamalı.” diyen bir eğitimden hiçbir şey beklenemez. Mezun olduktan sonra ailesini ve kendini geçindirmek için uğraşmak zorunda olan bir tasarımcı da tepkili olamaz. Bu kısır döngü Türkiye’dir ve bu döngüyü nasıl kırmamız gerektiğini hocalarımız dahil kimse daha bilmiyor.

• Tasarım eğitimi ekran başında geçmemelidir. Sokağa çıkılmalıdır.

• Bölüme girerken, serbest ve reklam grafiği diye ayrılacağımızı sanıyorduk; ama baktık ki beklenenler ikisinden de uzak...

• Eğitimci sayısı az. Var olan eğitimcilerin verdiği dersler de hakim oldukları alanlardan uzak olabiliyor.

• Öğrenci komitesi oluşturulmalıdır. Komite üyelerinin bölüm içinde oylamaya sunulan çeşitli konularda oy ve söz hakkı bulunmalıdır.

• Grafik tasarımı hayati bir meslek değildir. Eğer dünyaya bir göktaşı düşecek olsaydı ve önemli insanlar yer altındaki sığınaklara davet edilseydi, bir grafik tasarımcı en son davet edilecek insanlar arasına bile zor girerdi.

• Bir de insanlara “Hala mezun olamadın mı ya?” sorusunun cevabını ben vermek istemiyorum artık. Ya da bir t-shirt tasarlamayı ve üzerine “Çünkü MSGSÜ Grafik” yazmak istiyorum, evet.

• Eğitim süreci boyunca yaptığım çoğu projeyi portfolyoma koymaya layık görmüyorum. Bence diploma projesi işte tam bu noktada önemli oluyor. Proje konusu vs. hepsi boş. Bence önemli olan, portfolyona koymaktan gurur duyacağın ve “İşte bu benim!” diyebileceğin bir proje çıkarmaktır. Bunu kimse sana ne dayatabilir, ne de seni engelleyebilir.

Hiç yorum yok:

Injury Nedir Nasıl Gelişir?


İnjury hastalığı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Grafik Tasarım Bölümü’nde son yıllarda ortaya çıkan bir hastalık olup, 20 yaşın üzerindeki grafik tasarım öğrencilerinde yoğun biçimde görülür. Yaşın ilerlemesiyle birlikte hastalığın şiddeti de artış gösterir. Hastalık vücuda girdikten sonra, kuluçka süreci 1 ila 3 yıl arasında değişmektedir. Bu süreçte hasta kişi, herhangi bir olumsuz belirtiyle karşılaşmaz. Hasta 6 farklı süreçten (erteleme, farkındalık, görmezden gelme, isyan ve depresyon, teslimiyet, mücadele) geçer.

İnjury hastalarında ileri derecede özgüven kaybı ile birlikte, depresyon, asabiyet ve saldırganlık durumuna sıkça rastlanır. Sosyal anksiyete, davranış, konuşma ve uyku bozuklukları gelişir. Hastalardaki yüksek stres düzeyi zaman zaman mide yanmaları ve kas spazmlarına yol açar. İnjury hastaları toplum baskısı karşısında saldırganlaşabilir. Dikkatleri oldukça dağınıktır. Kolay motive olamazlar. Özgüven eksikliğinin de etkisiyle, bu kişiler sürekli kararsızlık içindedirler. Dikkat edilmezse bu hastalar her an yurt dışına kaçabilirler.
Hastalık ilerledikten sonra tedavisi oldukça güçtür ve askerliğe bağlı nedenlerle erkeklerde zaman zaman daha da şiddetli gözlemlenebilir. Erkeklerde, hastalığın ilerleyen safhalarında asker ve inzibat korkusuna (askerofobi) yol açar. Hasta kişi askerofobi nedeniyle yurt dışı ve şehir dışı geziler yapamaz. Geceleri dışarı çıkmaya korkar ve eve kapanarak asosyalleşir.
İnjury hastalığında erken teşhis çok önemlidir. Teşhis ve tedavinin gecikmesi, hastalığın ilerlemesine, tedavinin güçleşmesine, dolayısıyla hasta ve hasta yakınları için de maddi-manevi birçok sıkıntıya yol açacaktır.